iş yapar

HUKŪK-ı ÂİLE KARARNÂMESİ – TDV İslâm Ansiklopedisi

Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’tan kısa bir süre sonra başlayan yasallaştırma hareketlerinin son örneklerinden biri de 8 Muharrem 1336 (25 Ekim 1917) tarihli Hukûk-ı Ailesi fermanıdır. Bu kararname, İslam ve Osmanlı hukuk tarihinde aile hukuku alanında ilk örnek olarak kabul edilmektedir. Osmanlı Devleti’nde yaklaşık bir buçuk yıl yürürlükte kalmasına rağmen Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin gibi ülkelerde daha uzun süreler yürürlükte kalmış ve kısa ömrüne rağmen Osmanlı tarihinde önemli bir etki bırakmıştır. İslam hukuku.

KHK’nın oluşturulma nedenleri. Kararnamenin oluşturulmasında hukuki nedenlerin yanı sıra siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel nedenler belirleyici olmuştur. Yasanın çıkmasına neden olan hukuki sebeplerden biri de aile hukukunun henüz yasalaşmamış olmasıdır. Tanzimat ile başlayan süreçte, Kanun Hükmünde Kararname (1858) ve Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye (1868-1876) ile hukukun en önemli alanları ve medeni hukukun önemli bir bölümü yasalaşmış, ancak aile hukuku yasalaşmamıştır. gelmek. Bu durum dönemin hukukçuları tarafından genellikle bir eksiklik olarak görülmüş ve tamamlanması için temennilerde bulunulmuştur (örn. Mardin’e Armağan, s. 698). Bir diğer hukuki sebep ise mahkemelerde hâkimleri destekleyecek hukuki metinlere ihtiyaç duyulmasıydı. Tüm kurumlarıyla gerileme ve çöküş dönemine giren Osmanlı Devleti’nde medreseler de üzerine düşeni yapmış ve bu konu şer’iye kadılarının yetiştirilmesini de etkilemiştir. Ancak olağan mahkemelerin kurulmasıyla bu mahkemelerin kapsamı daralmaya başlamış; Ancak bazen şeriat mahkemelerinin hâkimlerinin klasik fıkıh kitaplarında aradıkları hukukun üstünlüğünü bulmaları zor olmuştur.

Okuma: Hangi tarihte çıkartılmıştır

Öte yandan Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle XVI. 19. yüzyıldan itibaren Hanefi mezhebinin katı bir şekilde uygulanması, hukuk hayatında bazı zorluklara yol açmıştır. Buna bir örnek, kadınların boşanmasının çok sınırlı koşullarda kabul edilmesidir. Bu tür sorunların çözümü ancak başka mezheplerin kullanılmasıyla mümkün olmuştur. Nitekim 1916 yılında çıkarılan iki vasiyet-i seniyye (as.bk.) ile mezhep ve Hanefi mezhebi dışındaki diğer fıkıh mezhepleri içindeki farklı görüşlerden yararlanmanın yolu açılmıştır. Ancak aile hukuku alanında ihtiyaç duyulan yasal reformların diğer mezhepleri de kapsayacak şekilde uygulanabilmesi için bu alanın bir bütün olarak yasalaşması gerekiyordu.

Bu alanda uzun süredir devam eden yargı ikiliğini ortadan kaldırma fikri de KHK’nın hazırlanmasında rol oynadı. O zamana kadar Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gayrimüslimler aile hukuku alanında hem hukuki hem de adli özerklikten yararlanmışlardır. İsterlerse şeriat mahkemesine başvurarak İslam hukukuna tabi olurlar; İsterlerse uyuşmazlıklarını kendi topluluk mahkemelerine götürebilirler. Bu son durumda kendi yasaları uygulandı. Aynı nitelikteki davalarda, davanın taraflarının Müslüman veya gayrimüslim olmasına göre farklı yargılara gidilmesi, yargısal bir ikiliğe yol açmıştır. Dönemin hukukçuları ve İttihat ve Terakki idaresi, hem cemaat hem de yabancılar üzerinde görevli konsolosluk mahkemelerini kapatarak yargı birliğini sağlamayı düşünmüşlerdir. 1914’te İttihat ve Terakki hükümeti kapitülasyonları tek taraflı olarak feshetti ve bu arada konsolosluk mahkemelerini de kaldırdı. Kararname, cemaat mahkemelerinin yargı yetkisini kaldırmış ve tüm Osmanlı tebaasının aile hukuku uyuşmazlıklarını Şeriat mahkemesinin yargı yetkisi altına sokmuştur (Madde 156), bu yöndeki ikinci adım. Ancak gayrimüslimlerin din ve vicdan hürriyetlerini zedelememek için kararnamede Yahudiler ve Hıristiyanlar için özel düzenlemelere yer verilmiştir.

Tevhid ve Terakki Cemiyeti’nin radikal reform projeleriyle iktidara gelmesi de kararnamenin hazırlanmasında rol oynadı. Söz konusu yasal reformlardan ilki, konsolosluk ve topluluk mahkemelerinin kapatılmasıydı. Aile hukukunun çıkarılması, böyle bir yasanın gerekliliği ve yabancıların konsolosluk ve cemaat mahkemelerinin kaldırılmasına karşı çıkmalarını engelleyeceği için talep edildi. Nitekim Talat Paşa’nın, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinden bu alanda yapılacak ıslahatlar hakkında bir rapor hazırlamalarını istediği bilinmektedir (Erisirgil, s. 158). Aynı konuda Ziya Gökalp tarafından hazırlanan ve aile ve miras kanunlarının çıkarılmasını, dini mahkemelerin Şeyhülislam’dan Adalet Bakanlığı’na devrini ve Vakıflar Bakanlığı’na bağlı okulların Bakanlığa devrini öngören rapor Maarif, Meclis-i Vükela’ya gönderildi. Raporun bu toplantıda tartışma konusu olduğu da bilinmektedir (ibid., s. 164). 1916 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti Kongresi’nde alınan kararlar arasında tüm mahkemelerin Adalet Bakanlığına bağlanması kararı da yer almıştır (Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, I, 118).Hatta bir yıl sonra bu karar uygulanmış ve Şeriat mahkemelerinin yerini Şeyhülislamlık makamı almış ve söz konusu bakanlığa bağlanmıştır. İttihat ve Terakki hükümetleri de aile hukukunu hazırlarken aynı kararlılığı göstermişlerdir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin devrilmesinden sonra kararnamenin aceleyle kaldırılması, partinin hazırlıklarında oynadığı rolü göstermektedir.

XIX. 19. yüzyılda başlayan Batılılaşma hareketi, toplumsal alanda olduğu kadar diğer alanlarda da önemli değişimlere yol açmıştır. Öte yandan bu dönemde aile yapısında köklü değişiklikler gözlendi; Malikane ailesinin yerini yavaş yavaş karı koca ailesi aldı. Bu, kadının aile içindeki konumunu güçlendirdi. Aynı dönemde kadınların sosyal hayattaki rolü ve etkinliği artmış, savaşlar nedeniyle artan kadınlar çeşitli sosyal faaliyetlere aktif olarak katılmaya başlamıştır. Öte yandan, fermanın çıkmasından elli yıl önce birbirini takip eden savaşlar da kadınlarla ilgili bazı önemli toplumsal sorunlara neden olmuştur. Savaşa gidip dönmeyen ancak ölüm haberini alamayan askerlerin eşleri, kocalarının ölümünü ispat edemedikleri için yeniden evlenme fırsatı bulamamışlardır. Bu durumda kadınlara boşanma imkânı 1916 yılında kabul edilen bir vasiyetname ile getirilmişse de bu sorunlara daha kapsamlı bir çözüm bulunmasına ihtiyaç duyulmuştur.

Ardışık savaşlar erkek nüfusun farklı cephelerde savaşmasına ve önemli bir kısmının şehit olmasına neden olarak işgücünde önemli bir düşüşe neden oldu. Bu nedenle üretimdeki düşüşü önlemek için kadınlar fabrikalardan atölyelere, yol yapımından sokak temizliğine kadar çeşitli iş kollarında çalışmaya başladılar. Osmanlı Kadın İstihdamı Enver Paşa’nın girişimiyle kurulan Cem’iyyet-i İslamiyyesi, savaş yıllarında kadın istihdamı konusunda önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Öte yandan 1. Ordu’nun oluşturduğu kadın işçi taburları ile geri hizmetlerdeki işgücü açığının giderilmesine çalışıldı. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte kadınlar da memuriyete girdiler. Bütün bunlar kadının hem toplumsal yapıdaki konumunu hem de yasal statülerini etkilemiştir.

Kararnameye yol açan sebepler arasında Tanzimat sonrası Osmanlı toplumunda yaşanan kültürel değişim ve feminist hareket de önemli rol oynamıştır. Tanzimat dönemi ile başlayan eğitim hareketi içinde kız çocuklarının eğitimi de önemli bir yer tutmaktadır. 1858 yılından itibaren İstanbul’da çeşitli kız okulları açılmıştır. Tevhid ve Terakki Cemiyeti’nin 1908’de kabul edilen siyasi programı, erkek ve kadın öğretmenlerin yetiştirilmesinin önemini vurgulamaktadır (Tunaya, Türkiye’deki Siyasi Partiler, I, 67), aynı tema 1909 programında da yer almaktadır. (aynı., I, 82). Öte yandan II.Meşrutiyet döneminden sonra Darülfunun’da yükseköğrenim için kız bölümü açıldığı bilinmektedir. Kadınların sosyal ve ekonomik hayata artan katılımlarının yanı sıra eğitim ve kültür düzeylerinin yükselmesi kadınlık anlayışında köklü değişikliklere yol açmıştır. İstanbul, Şam, Kahire gibi dönemin önemli kültür merkezlerinde gazete, dergi ve kitaplarda kadın haklarının tartışılması önemli bir rol oynamıştır. Nitekim Kāsım Emîn’in Hürriyyet-i Nisvân (İstanbul 1908) adıyla Türkçeye çevrilen Tahrîrü’l-merʾe adlı eseri kadın hakları konusunda tartışmalara yol açmıştır. Bunu çürütmek için Ferîd Vecdî’nin eseri Türkçeye tercüme edilerek Müslüman Kadın adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1915). Bu arada Tefeyyüz, Cem’iyyet-i Hayriyye-i Nisvân, Nisvân-ı Osmaniyye, Müdâfaa-i Hukūk-ı Nisvân ve Kadın, Kadın Dünyası, Mehâsin, Kadınlık, Osman Women’s Âlemi ve Demet gibi dergiler de Tefeyyüz, Cem’iyyet-i Hayriyye-i Nisvân, kendilerini kadın hakları savunmuş ve bu akımın güçlenmesinde önemli rol oynamışlardır.

Dönemin düşünce akımlarını temsil eden Batılıların, İslamcıların ve Türkçülerin de kadın haklarıyla yakından ilgilendikleri ortaya çıktı. Her üç hareket de Osmanlı toplumunda kadın ve aile ile ilgili bazı sorunların olduğunu kabul etse de bu sorunlara önerilen çözümler farklılık göstermektedir. Batılılar, bunun nedeni olarak eğitim eksikliğini öne sürerek kadınların toplumda daha aşağı bir konuma sahip olduğunu söylüyorlar. Ahmed Cevad ve Halil Hamid gibi bazı batılılara göre İslam kadınlara önemli haklar vermişse de, yanlış yorumlamalar ve uygulamalar bu hakların kullanılmasını engellemiştir. Batılılar çok eşliliğe şiddetle karşı çıktılar. Buna göre kocanın tek taraflı irade beyanı ile karısını boşaması engellenmeli ve boşanma ancak mahkeme kararı ile mümkün olmalıdır. Bu grubun önde gelen isimlerinden Celal Nuri, kadının hukuki statüsünün değiştirilmesi gerektiğini vurguladı. İslamcılara göre kadının toplumdaki geriliğinin nedeni, İslam dininin yanlış anlaşılması ve uygulanmasıdır. İslam kadına hak ettiği yeri vermiştir.Bir erkeğin hangi meslekte olursa olsun çalışıyor olması ve katıldığı faaliyetlere katılması kadının konumunun yükseldiği anlamına gelmez. Çok eşlilik bir zorunluluk değil, belirli koşullar altında verilen bir izindir. Suistimal edilmediği takdirde faydalı olabileceğinden, yasaklanması siyasi ve hukuki olarak doğru olmaz. Türkler bu iki grup arasındadır. Onlara göre medeniyet uluslararası, kültür ise ulusaldır. Konu aile olunca Batı körü körüne taklit edilmemeli. Aslında bunun güzel örneklerine eski Türk ailesinde rastlamak mümkündür. Bu fikirlerde Ziya Gökalp önemli bir ağırlık taşır. Öte yandan Türkçüler de çok eşliliğe karşı çıkıyorlardı. Bu tartışmalar kadın sorunuyla yüzleşmeye yol açmış ve kadın anlayışındaki değişiklikler hem aile hukukunun bir an önce yasalaşmasına hem de içeriğin etki yaratmasına olanak sağlamıştır.

Hazırlık. Yeni Aile Hukuku Projesi, Birlik ve Terakki Komitesi tarafından onaylandı. Hem Aile Kanununu hazırlamak hem de önerilen değişiklikleri Mecelle’de uygulamak için komisyonlar kuruldu. Bunlardan sadece Aile Hukuku Komisyonu görevini yerine getirebilmiştir. Heyet, Isparta Milletvekili Mahmud Esad Efendi, fetva üyelerinden Hafız Şevket Efendi, Menteşe Milletvekili Mansûrîzâde Said Bey, Danıştay üyesi Ali Baş Hanbe (Hampa) Efendi ve mahkeme-i Evkaf hakimi Mustafa Fevzi Efendi’den oluşuyordu. Komisyon, Mahmud Esad başkanlığında çalıştı ve Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan üç din mensubunun her biri için ayrı düzenlemeler yaptı. Kararname, Müslümanlarla ilgili yasal hükümleri düzenlerken, çeşitli yerlerde Yahudiler ve Hıristiyanlar için ayrı hükümler getirdi.

Komisyon tarafından hazırlanan taslak, büyük tartışmalara yol açacağı ve geçişini engelleyeceği gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmadı ve Anayasa’nın 36. maddesine dayanılarak geçici kanun olarak kabul edildi. 1876 ​​tarihli Kānûn-ı Esâsî Mahkemesi. Daha sonra, çok tartışmalı bir oturumdan sonra, Meclis’e sunulan kararname, incelenmek üzere Yargı Kurulu’na teslim edildi (Meclis-i Meb’ûsan Zabit Cerîdesi, I/4-3 [1333], s. 26 vd.). Ancak, bir buçuk yıl sonra kararnamenin yürürlükten kaldırılmasına kadar geçen süre için bu organın bu konudaki hiçbir faaliyeti bilinmemektedir.

Kararnamenin hazırlanmasında Batılı ve Türk yandaşlar önemli rol oynasa da içeriği ağırlıklı olarak İslamcıların görüşlerini yansıtıyor. Bunda İslam hukuk düzeninin uygulanması ve kararnamenin bu kanunun kabul edilmesiyle hazırlanmış olmasının rolü olduğu gibi, o zamanki şartların Türkçülerin taleplerinin gerçekleşmesine izin vermemesi, ve özellikle İslam hukukunun klasik öğretileriyle çelişen Batılılar. Bu nedenle çok eşliliğin yasaklanması, boşanmanın ancak hakim tarafından tanınan bir gerekçe ile mümkün olabileceği ve boşanan kadına mehir dışında tazminat ödenmesi kanun metninde yer almamıştır. Ancak ferman, İslam hukuku çerçevesinde yapılabilecek köklü değişikliklerde Türklerin ve ikinci derece Batılıların etkisinden söz edebilir. Özellikle reşit olmayanların belli bir yaştan önce anne ve babaları tarafından evlenemeyecekleri, kadınların evlilik sözleşmesinde tekeşlilik şartına başvurabilecekleri, kadınların kanunen kocalarını boşayabilecekleri ve kanun birliğinin yürürlükten kaldırılması ile güvence altına alınmış olması. Evlilik sözleşmesinin garanti altına alınması örnek olarak, topluluk mahkemelerinin yargı yetkisinden söz edilebilir.

Getirdiği yenilikler. Hukûk-ı Aile Kararnamesi, İslam hukuk tarihinde aile hukuku alanında hazırlanan ilk kanundur. Halihazırda bu konuda bazı kanunlaştırma girişimleri oldu, ancak bunlar henüz tamamlanmadı. Kararnamenin hazırlanmasından yaklaşık kırk yıl önce, Mısır’da Muhammed Kadri Paşa tarafından aile hukuku alanında bir taslak hazırlanmış olmasına rağmen, bu taslak, borçlar hukuku ve vakıflar hukuku alanındaki diğer iki taslak gibi Kadri Paşa tarafından hazırlanan, kanunlaşma imkânı bulamayan ve bazı Arap ülkelerinde mahkemelerce uygulanan bir kanun olup bilgi kaynağı olarak kalmıştır (bkz. al-AHKÂMÜ’ş-ŞER’İYYE fi’l-AHVÂLİ’ ş-ŞAHSİYYE ) . Burada da, 1916’da İngiliz idaresi altındaki Sudan’da kararnamenin yürürlüğe girmesinden kısa bir süre önce aile hukuku ile ilgili bazı genelgeler yayınlanmıştır, ancak bunlar aile hukuku olmaktan uzaktır. Daha sonra diğer İslam ülkelerinde hazırlanan aile kanunları Hukûk-ı Âile Kararnamesi’ni örnek almıştır.

Kararnamenin bir diğer önemli özelliği de yargı birliğini sağlamasıdır. Topluluk mahkemelerinin aile hukuku alanındaki yargı yetkisini kaldıran ve gayrimüslimleri şeriat mahkemelerinin yetkisine sokan kararname, bu düzenleme ile hukuki birlik hedefine ulaşılmasında önemli bir adım oldu. Bu özelliğinden dolayı ferman, Müslümanlar için olduğu kadar Hıristiyanlar ve Yahudiler için de hükümler içeriyordu. Bu düzenleme ile aile hukuku alanında uzun süredir devam eden çok hukuklu düzenleme kısmen korunmuştur. Hukuki birlik anlayışıyla çelişen bu sorun, Osmanlı Devleti’nin çok toplumlu ve çok kültürlü yapısına uygundur.

Fermanın İslam hukuk tarihi ve kodifikasyon tekniği açısından belki de en önemli özelliği, yaratılışında sadece Hanefi mezhebinin takip edilmesi değil, diğer mezheplerin de kullanılması ve böylece eklektik bir yöntemin benimsenmesiydi. takip etti. Daha önce hazırlanan meselde sadece Hanefi mezhebi esas alınmıştır. Resmi mezhep olan Hanefiliğe aykırı bir uygulamanın, Macelle öncesi Osmanlı devletinin uygulamasında Afrika ve Ortadoğu dışındaki Osmanlı ülkeleri için söz konusu olmadığı bilinmektedir. Fermandan kısa bir süre önce aile hukuku alanında hazırlanan iki vasiyetname ile Osmanlı Devleti’nin resmi mezhebi olan Hanefi mezhebinden ayrılmanın kapısı açılmıştı. 5 Mart 1916 tarihli İrâde-i seniyye ile ailelerini geçindirmek için herhangi bir mal varlığı bırakmadan kaybolanların eşlerine, Şafii mezhebinden yararlanarak boşanma imkânı verilmiştir. 23 Mart 1916 tarihli Vasiyetname ile Hanefi mezhebinde hakim olan görüş terk edilmiş ve İmam Muhammed’in görüşüne göre kocası tehlikeli bir hastalığa yakalanan kadının boşanması mümkün olmuştur. Kararnamede hem evlenme hem de boşanma konusunda Hanefi mezhebi dışındaki mezhep ve müdafilerin görüşleri kullanılmıştır. Bu eklektik nitelikten dolayı, KHK’nın buluğ çağına gelmeden evlenmemesi, akıl hastalarının evlenmesine kısıtlamalar, bakmakla yükümlü olunan kişilerle evlenmeye yetkili ana babalar, evlilik akdi için deyimler kullanılması, evlenme akdinde ileri sürülebilecek şartlar, evliliklerin geçersizliği ve baskı altında boşanma, yargı yoluyla kadına boşanma yolu.Bazı durumlarda, hukukun açılması ve iddetin azami uzunluğu gibi konularda Hanefi mezhebi dışındaki mezhepler kullanılmıştır ( Aydın , s. 183-206).

Hükümlerin analizi. Aile Kanun Hükmünde Kararname iki kısım (kitap), dokuz bölüm (bab) ve yirmi alt bölüm (bölüm) olarak ayrılmış 157 maddeden oluşmaktadır. . Kararnamede nişan için üç, evlilik cüzdanı için dokuz madde ayrılmış ve evlenmek isteyen taraflar üç grupta değerlendirilmiştir. İlk grup 18 yaşını doldurmuş erkek çocukları ve 17 yaşını doldurmuş kızları içermektedir. Akrabalarının rızasını almadan kendi beyanları ile evlilik sözleşmesi yapabilirler. Böylece Ebu Hanife’nin tam bir evlilik cüzdanına sahip olmak için ulaşılması gereken yaş hakkındaki görüşü kabul edilmiş ve on beş yaşını erginliğin üst sınırı olarak kabul eden ve Ebu Yusuf ve Muhammed’e ait olan Mecelle’nin görüşü terk edilmiştir. . Öte yandan, denklik açısından velilerin itirazlarının önüne geçmek ve evliliğin iptalinin doğuracağı zararı ortadan kaldırmak için, evlendirilecek kızların ebeveynlerinin meşru itirazları biliniyordu. önceden (Madde 8). Buna göre, onyedi yaşını doldurmuş bir kız evlenmek isterse, hakim ancak velisinin itirazı yoksa veya bir itirazı yoksa evliliğe izin verir. Bu düzenlemede Maliki mezhebi kullanılmıştır. İkinci grupta buluğ çağının alt ve üst sınırları (murahik-murahika) arasında olanlar yer alır. Buluğ çağına geldiklerinde ve bu husus hâkim tarafından kabul edildiğinde evlenebilirler (md. 5-6). Ancak bu gruptaki kızların da velilerinden izin almaları gerekir (Madde 6). Esasen İmam Muhammed’in müşterek velayet anlayışına dayanan bu görüş, Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyılda benimsenmiştir. Yüzyılın ortalarından beri tüm ergen kızlarda kullanılmaktadır. Bu gruptakiler de ebeveynleri tarafından evlendirilebilirler. Üçüncü grup, ergenliğin alt sınırına bile ulaşmamış küçüklerden oluşmaktadır. Hiçbir şekilde evlenemezler ve ebeveynleri tarafından evlenemezler (Madde 7). Bu, acil durumlar dışında akıl hastaları için de geçerlidir (Madde 9). İbn Shubruma ve Mu’tezili Ebu Bekir el-Esamm’ın görüşleri küçüklerle evlenmeyi önlemek için kullanılmış ve Şafii mezhebi delilerle evlenmeyi önlemek için kullanılmıştır.

İmam Muhammed’in görüşüne dayanan ferman, o zamana kadar Hanefi mezhebinde hakim görüş olan binefsihi asabe grubuna (bkz. diğer akrabaların ebeveynleri terk etmesi (Madde 10).

İkinci bölümün üçüncü bölümü, evlenmeleri yasak olan Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgilidir.

Üçüncü bölüm evlilik sözleşmesine ayrılmıştır. Bu bölüm, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinden beri arzu edilen devlet kontrolünde evlilik geleneğinin daha düzenli bir şekilde sürdürüleceğini göstermektedir. Nitekim Tanzimat’tan sonra hazırlanan Nüfus Nizamnamesi ve Kanunları ile bu gelenek yeniden düzenlenmiştir. Buradaki fark, evliliğin önceden ilan edilmesidir (Madde 33). Kararnameye göre evlilik akdi “tezvic, tenkih” gibi açık sözlerle yapılır (Madde 36). Hanefi mezhebinde kinayeli sözlerle nikâh akdi yapılabileceği görüşü burada yer almamaktadır.

Kararnameyi hazırlayanlar, evlilik akdi yapılırken başvurulabilecek şartlar konusunda içtihatta köklü bir değişiklik yaparak çok eşliliği İslam hukuku çerçevesinde sınırlamak istediler. Bundan dolayı bunu mümkün kılan Hanbelî görüş kabul edilmiş, Hanefi mezhebinde kocanın ikinci defa evlenemeyeceği şartının nikâh akdinde yer aldığı görüşü terk edilmiştir. 38. maddeye göre, ikinci bir eş almama yükümlülüğünü içeren ve yapılması halinde eşlerden birinin boşanmış sayıldığı evlilik sözleşmesi geçerli olup, bu koşul bağlayıcıdır. Ferman öncesinde Osmanlı aydınları arasında çok eşlilik ve çok eşliliği sınırlamaya veya engellemeye yönelik çeşitli girişimler konusunda yoğun bir fikri tartışmanın olduğu bilinmektedir. Çok eşliliğin açıkça yasaklanmasını savunan ve İslam hukukunda bunun mümkün olduğunu iddia eden Mansûrîzâde Said de fermanı hazırlayan komisyondaydı. Ancak zamanın şartları böyle köklü bir değişikliğe izin vermemiş, sadece evlilik akdine böyle bir şart konulmuş ve dolaylı olarak çok eşliliğin önüne geçilmiştir.

Kararnamenin önemli hükümlerinden biri de cebir ve cebir kullanarak yapılan evliliklerin hükümsüzlüğüne ilişkin hükümdür (md. 57). Osmanlı hukukunda zorla evlendirmelerde Hanefi mezhebinin görüşü esas alınmış ve bu tür evlilikler geçerli sayılmıştır. Ancak bu sorun, özellikle kız çocuklarının kaçırılması ve polisin önlem almaya çalıştığı kamu düzeninin sağlanamadığı durumlarda önemli sorunlar yaratmıştır. Aynı durum zorunlu boşanmalar için de geçerlidir. Kararname, hem evlenme hem de boşanma konusunda Hanefi görüşü terk ederek ve Şafii görüşü kabul ederek ortaya çıkan sorunları çözmeye çalıştı.

Boşanmaya ayrılan ikinci kısım, boşanma ehliyeti, ric’î ve bein talak ile ilgili hükümleri düzenler. Boşanma İzni Kararnamesi’nin getirdiği önemli yenilik, Sarhoş Talakı’nın kaldırılmasıdır. 104. maddenin bu konudaki taslağı hazırlanırken, diğer bazı hukukçuların yanı sıra Şafii hukukçuların görüşlerine saygı duyulmuştur.

Kararname, mahkeme kararıyla boşanma konusunda köklü değişiklikler getirdi. Kocanın mevcut evliliğini tek başına sürdürmesine engel olan iktidarsızlık ve benzeri cinsel rahatsızlıklar eş için boşanma sebebi olurken, kararname diğer mezhepleri istismar ederek boşanma sebeplerini genişletti. Buna göre cüzzam, cüzzam (Baras), zührevi hastalıklar ve akıl hastalıkları da eş için boşanma sebebidir (Madde 122-123). 1916 tarihli vasiyetnamede yapılan bu değişiklik böylece benimsenmiş ve devam ettirilmiştir.

Kararnamede kocanın nafaka almadan ortadan kaybolması da boşanma nedeni olarak kabul edildi (Madde 126). Koca nafaka bırakarak ortadan kaybolursa, bu yokluk dört yıl, savaş sırasında olursa, mahkûmun memleketine dönüşünden en az bir yıl sonra boşanma sebebidir (m.127). Kocanın nafaka bırakmadan kaybolması, Hanefiler dışındaki üç mezhepte boşanma sebebi iken, Maliki ve Hanbelilere göre kocanın nafaka bırakarak kaybolması boşanma sebebidir. Kararnamedeki ilgili madde Maliki mezhebi esas alınarak derlenmiştir.

Kararnamenin önemli hükümlerinden biri, eşler arasındaki geçimsizliğin giderilemediği durumlarda boşanmaya izin verilmesidir. Bu bağlamda 130. madde, karı koca arasındaki uyuşmazlıklarda her iki tarafın aileleri arasından seçilen bir hakem heyetinin arabuluculuk yapacağını öngörmektedir. Komisyonun başarısız olması durumunda, hakemler karı veya kocanın kusurlu olup olmamasına göre ben talaka veya ihtilafa karar verirler. Eşler arasındaki ihtilafın önce hakeme götürülmesi gerektiği Kuran’da bir hükümdür (Nisa 4/35). Ancak Hanefiler, ayette bahsedilen hakem heyetinin rolünü sadece ahlaki olarak görmüşler ve hakem heyetine başka bir görev vermemişlerdir. Malikis ise hakemlere cezai görevinde başarısız olmaları durumunda boşanmaya karar verme yetkisi verdi.

Kayıp taraflar. Aile hukuku getirdiği yeniliklere rağmen tam bir aile hukuku değildir. Kararname, evliliğin sona ermesi durumunda çocukların soyuna, bakımına ve bakımına, vesayete, mal rejimine, akrabalar söz konusu olduğunda nafakaya ilişkin hükümleri düzenlememektedir. Yasayı hazırlayan komisyon üyeleri bu eksikliğin farkındaydılar ve Mecelle’de olduğu gibi bu konuları ayrı kitaplarda hazırlamayı düşündüler. 1917 sonbaharında İttihat ve Terakki Cemiyeti Kongresine sunulan raporun bölümünde, Aile Hukuku Komisyonunun evlilik ve talak kanunu tasarısının tamamlandığı ve geri kalan konuların görüşüldüğü belirtilmektedir. Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, I, 120).Esasen aynı zamanda, Şeyhülislam tarafından nafaka tüzüğü hazırlanmış ve Kitâbü’n-Nafakāt adı altında yayınlanarak şeriat mahkemelerinin hâkimlerine incelenmek üzere sunulmuştur. Küçük Ali Haydar Efendi başkanlığındaki Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi’nin sadece nafaka yönetmeliğini değil, tüm aile ve miras düzenlemelerini hazırladığı bilinmektedir. Bu itibarla İttihat ve Terakki reformcuları ile Şeyhülislam arasında gizli bir rekabetin olduğu ve fermanın aceleyle yayımlanmasında Şeyhülislamın önüne geçme arzusunun rol oynadığı söylenebilir. Ancak gerek I. Dünya Savaşı şartları gerekse Tevhid ve Terakki Cemiyeti’nin görevden alınması Kitâbü’n-Nafakat’ın geçmesine ve Aile Hukukunun tamamlanmasına imkan vermemiştir.

Yürürlük. Aile Kanun Hükmünde Kararname, Sadrazam Vekili ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin imzasıyla 19 Haziran 1919 tarihli bir Geçici Kanunla yürürlükten kaldırılmıştır. Kararın bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede yürürlükten kaldırılmasında iki grubun etkisinden söz edilebilir. Bunlardan biri gayrimüslim bir cemaat lideridir. Kararnamenin, adaletin birliği ilkesine göre cemaat mahkemelerinin yargı yetkisini ortadan kaldırması ve gayrimüslimleri şeriat mahkemelerinin yargı yetkisine sokması (Madde 156), gayrimüslim dini liderler tarafından hoş karşılanmadı. Hem Osmanlı Devleti hem de İstanbul’u ve batılı devletleri işgal eden İtilaf Devletleri nezdinde teşebbüste bulunarak kanunun ilgili hükmünün kaldırılmasını talep ettiler. Emanuel Efendi’nin kararnamenin Meclis-i Meb’ûsan’daki komisyona havalesi sırasında yaptığı konuşmada, gayrimüslimlerin hükümlerle kendileriyle ilgilendiklerini ve bunun hem Fatih Sultan Mehmed’den bu yana kendilerine tanınan ayrıcalıklara yansıdığını, hem de Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Kānûn-ı Esâsî anlayışında olduğu gibi (Meclis-i Meb’ûsan Zabit Cerîdesi, I/4-3 [1333], s. 26-27). Ancak bu çelişki, 156. maddenin yürürlükten kaldırılmasını açıklamakla birlikte, KHK’nın yürürlükten kaldırılmasını bütünüyle açıklamaya yetmez. Kararnamenin yürürlükten kaldırılmasının temel nedeni muhtemelen bazı İslamcıların diğer mezheplerden faydalandığı yönündeki eleştirileri olabilir. Örneğin Darülfünun’un hocalarından Sadreddin’in Sebîlürreşâd dergisinde kaleme aldığı yirmiye yakın makale, yalnızca diğer mezhepler tarafından benimsenen hükümlerin tenkidine ayrılmıştır. Bu hükümler münhasıran bir veya iki maddeye uygulanmadığından, kanunun tamamının iptalinden başka bir çözüm bulunamamıştır. Danıştay Tanzimat Dairesi’nin Kaldırma Kararnamesi ile ilgili görev süresi, Kanun Hükmünde Kararnamenin maddi eksiklikleri nedeniyle Müslümanların yürürlükte kalmasının uygun görülmediğini belirtmektedir (Ansay, s. 55). Hatta Damad Ferid Paşa’nın ilk saltanatı sırasında fermanın kaldırılacağına inanılıyordu. Ancak kaldırılmaya karşı muhalefet bunu engelledi; Kararnamede gayrimüslimlerin itirazlarını ortadan kaldıracak bazı değişiklikler yapılması düşünüldü. Ancak, Damad Ferid Paşa’nın ikinci hükümeti sırasında Muhafazakarların etkisi arttı; 6 Haziran 1919’da Paris’e giden Damad Ferid Paşa’nın yerini Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin terk etmesi bu grubun işini kolaylaştırmıştır. Ayrıca Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Abdurrahman Münib Bey, kararnamenin yürürlükten kaldırılması sırasında bazı hükümlerin şeriata aykırı olduğu iddiasının şeriata aykırı olduğu görüşündedir (Hukuk-ı Medeniyye, V-VI, 9).

Diğer Ülkelerde Etkinliği ve Etkisi. Aile Hukuku Kararnamesi, Suriye’de 1 Kasım 1953’e kadar yürürlükte kaldı ve o tarihte Suriye’de Ahlak Yasası’nın yerini aldı. . Kararın Suriye’de uygulanması üzerine Fransız Manda Yönetimi 7 Aralık 1921’de Cemaat Mahkemeleri’ne ilişkin 156. maddenin yürürlükten kaldırılmasına ve 29 Haziran 1926’da gayrimüslimlere ilişkin tüm hükümlerin kaldırılmasına karar verdi. Aynı şey Lübnan için de geçerli. Ancak bu uygulama sırasında Caferiler kararnamenin dışında tutuldu. Lübnan’daki Sünni Müslümanlara yönelik kararname bugün hala yürürlükte ve bir bilgi kaynağı olarak kullanılmaya devam ediyor. 1921’de idari özerklik kazanan İskenderun Sancağı’nda ve daha sonra kurulan Hatay Cumhuriyeti’nde, bu cumhuriyetin 1939’da Türkiye’ye katılmasına kadar Hukûk-ı Aile Fermanı uygulandı. Kararname, İngiliz yönetimi altındaki Filistin’deki Müslümanlar için kullanılmaya devam etti ve İsrail’in kurulmasından sonra şeriat mahkemelerinde yaygın olarak kullanılan bir bilgi kaynağı haline geldi. Ürdün Kişilik Yasası’na yol açtığı 1951 yılına kadar Ürdün’de yürürlükte kaldı. Bu ferman yayımlanmadan önce Osmanlı Devleti’nden ayrılan Irak’ta bu ferman uygulanmamasına rağmen, 1916 tarihli iki aile hukuku vasiyetnamesi uygulanmıştır.Hukûk-ı Aile Kararnamesi, Abdullah Sikalic tarafından Boşnakçaya çevrilmiş (Saraybosna 1945) ve Bosna-Hersek’teki Müslümanların aile hukuku meselelerinde kaynak olarak kullanılmıştır (Karçiç, s. 46).

KAYNAKÇA

Mahmud Esad, Kitâb-ı Nikah ve Talâk, İstanbul 1326-28.

a.mlf., “Tesettür-i Nisvân Hakkında Son Söz”, SR , XI/279 (1329), s. 289-290.

Ahmed Şuayb, Kanun Hükmünde Kararname, İstanbul 1328, s. 17.

Prensip, İkinci Derece, İstanbul 1329, II, 762-781; XI (1928), 299.

Ayrıca bakınız: Mersin&039de Para Kazandıran İşler Hangisi? Mersin&039de Girişimcilik Fikirleri | Mersin Odak Haber

Kāsım Emin, Hürriyet-i Nisvân (tr. Zekî Mugāmiz), İstanbul 1329.

Celâl Nûri (İleri), Havâic-i Kānûniyyemiz, İstanbul 1331, s. 45-51.

a.mlf., İttihâd-ı İslam, İstanbul 1331, s. 26-35, 45-51.

a.mlf., Kadınlarımız, İstanbul 1331, s. 136-137, 154-156, 190-194.

Mehmed Tahir, Çarşaf Meselesi, İstanbul 1331.

Evlilik ve Talak Hakkında Aile Kararnamesi, İstanbul 1336.

p> p>

Evlilik ve Talak Hakkında Aile Kararnamesi, İstanbul 1336. p>

Abdurrahman Münib, Hukūk-ı Medeniyye, İstanbul 1340-41, V-VI, 9.

Abdul Kerim Hüssami , Le mariage et le boşanma en droit musulman et particulièrement dans son application en Suriye , Lyon 1931, s. 38-39, 43-44, 148.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Essai sur la transform du code familial en Turquie, Paris 1936.

a.mlf., “Economic Life in Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 619-659.

a.mlf., “Aile Hukukumuzun Teşkilatı Meselesi”, Ebül’ula Mardin’e Hediye, İstanbul 1943, s. . 687-738.

a.mlf., İçtimaiyat III: Hukuk Sosyolojisi, İstanbul 1958, s. 40, 241-263.

Hilmi Ziya Ülken, “Tanzimat Sonrası Manevi Hareketler”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 757-775.

Zahid Çandarlı, L’évolution du mariage en droit turc et la condition du mari, Fribourg 1941, s. 88.

Danimarkalı, Kronoloji, IV, 460.

G.-H. Bousquet, Du droit musulman et son uygulama efektif dans le monde, Alger 1949, s. 24-26, 40.

Sabri Şakir Ansay, Medeni Kanun’un 25. Yıldönümü münasebetiyle Eski Aile Hukukumuza Nazar, Ankara 1952, s. 3-31, 55.

H. Anderson, Modern Dünyada İslam Hukuku (Londra 1959), s. 27.

a.mlf., Müslüman Dünyasında Hukuk Reformu, Londra 1976, s. 40-54, 104.

G. Tedeshi, İsrail Hukukunda Çalışmalar, Kudüs 1960, s. 95.

Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Hareketi, İstanbul 1962, s. 103.

a.mlf., Türkiye’de Siyasi Partiler, İstanbul 1984, I, 67, 82, 118, 120.

G. Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamcılık (Çev. Hayrullah Örs), Ankara 1964, s. 23.

a.mlf., “Türkiye’de İmam Evliliği” (çev. Ahmet Mumcu), Sabri Şakir Ansay Anısına, Ankara 1964.

a.mlf. , “Türk Hukukunda Evlilik Sözleşmesinin Şekli” (tr. N. M. Berkin), İÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, XVIII, İstanbul 1952, s. 1128-1154; XIX (1953), s. 400-431.

Y. L. de Bellefonds, Traité de droit musulman karşılaştırması, Paris 1965, II, 137, 162, 478.

C. Chehata, Précis de droit musulman, Paris 1970, s. 18-19, 94.

a.mlf., “L’évolution modern de droit de la famille en pays d’Islam”, REI, XXXVII/1 (1969) , s. 103-114.

Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 228-237.

Karal, Osmanlı Tarihi, VII, 172, 209; VIII, 391.

Ziya Gökalp, Türkçülük İlkeleri (Ankara 1339), İstanbul 1970, s. 174.

a.mlf., “Fıkıh ve İctimâiyat”, İslam Mecmuası, I/2, İstanbul 1330, s. 40-44.

Ayrıca bakınız: İş İlanları – Secretcv.com’da sen de hemen başvur

a.mlf., “İctimâî Usûl-i Fıkıh”, a.e., I/3 (1330), s. 87.

Niyazi Berkes, Türkiye’de Modernleşme, İstanbul 1978, s. 435-442.

R. Eisenman, Filistin ve İsrail’de İslam Hukuku, Leiden 1978, s. 34-50, 87.

U. Heyd, Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (Ür. Kadir Günay), Ankara 1979, s. 101-102, 112.

Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat 1908-1918, Ankara 1982, s. 314-318, 412-414.

B. Caporal, Kemalizm ve Kemalizm Sonrası Türk Kadınları (tr. Ercan Eyüboğlu), Ankara 1982, s. 77-157.

Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul 1983, I, 319-320.

a.mlf., Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul 1987, s. 94-97.

Mehmet Emin Erişirgil, Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp, İstanbul 1984, s. 156-171.

M. Akif Aydın, İslam-Osman Aile Hukuku, İstanbul 1985, uk.

Fikret Karçiç, Bosna-Hersek İslam Hukuku Tarihi (tr. Mehmet Erdoğan), İstanbul 1994, s. 46.

Mustafa es-Sibâî, al-Merʾetü beyne’l-fiḳh ve’l-ḳānûn, Halep, karşısında. (el-Mektebetü’l-Arabiyye), s. 58.

Abdullah Cevdet, “İstihlak-ı Milli Türk Kadınları Derneği”, İctihad, s. 68, İstanbul 1329, s. 1477-1478.

Rıza Tevfik, “Kadın Sorunu Çevresinde”, a.e., s. 94 (1329), s. 2099.

Selâhattin Asım, “Tesettür ve Niteliği”, a.e., s. 100 (1330), s. 2256-2257.

M. Şemseddin, İslam’da Kadının Toplumsal Statüsü, İslam Dergisi, I/5, İstanbul 1330, s. 143-145; I/6 (1330), s. 170-173; I/10 (1330), s. 310-315.

Mansûrîzâde Said, “İslam’da Taaddüd-i Zevcât Haram Olabilir”, a.e., I/9 (1330), s. 233-238.

a.mlf., “Taaddüd-i Zevcât vesilesiyle”, a.e., I/9 (1330), s. 280-284; I/11 (1330), s. 325-331; I/12 (1330), s. 368-371.

a.mlf., “İznin Şeriat Kurallarından Çıkmadığı Kaygısı Üzerine”, a.e., I/10 (1330), s. 295-303; II/14 (1330), s. 429-432; II/24 (1331), s.582-588; III/25 (1331), s. 599-604.

a.mlf., “İzin Maddesine Cevap Verme Savunması”, a.e., II/23 (1330), s. 570-575.

a.mlf., “Şeriat ve Hukuk”, Darülfünun Hukuk Fakültesi Dergisi, s. 6, İstanbul 1329, s. 8.

Halim Sâbit, “Örf-Maruf”, İslam Dergisi, I/10, İstanbul 1330, s. 304-311; I/11 (1330), s. 322-325; I/12 (1330), s. 354-357.

Ahmed Hamdi Aksekili, “İslam ve Taaddüd-i Zevcât”, SR, XI/275 (1329), s. 226-228; XI/276 (1329), s. 243-244; XI/277 (1329), s. 258-260; XI/280 (1329), s. 309-312; XI/284 (1329), s. 379-381; XI/285 (1329) s. 392-394.

İzmirli İsmail Hakkı, “Orfun Nazar-i Şeriattaki Mevkii”, a.e., XII/293 (1330), s. 129-132.

Sadreddin, “Aile Hukuku ve Usûl-i Muhâkemât-i Şer’iyye Hükümleri Üzerine”, a.e., XV/382 (1334), s. . 321-322; XV/383 (1334), s. 337-339; XV/384 (1334), s. 355-357; XV/385 (1334), s. 366-369; XV/386 (1335), s. 385-387; XV/387 (1335), s. 400-402; XV/388 (1335), s. 418-419; XV/389 (1335), s. 434-436; XVI/391 (1335), s. 5-6; XVI/393 (1335), s. 36-37; XVI/394-395 (1335), s. 52-53; XVI/396-397 (1335), s. 67-68; XVI/398-399 (1335), s. 84-86; XVI/402-403 (1335), s. 115; XVI/408-409 (1335), s. 164-166; XVI/414-415 (1335), s. 216-218; XVI/419-420 (1335), s. 21-22; XVII/431-432 (1335), s. 117-118; XVII/439 (1335), s. 182-183; XVIII/445 (1335), s. 29-31.

Meclis-i Meb’ûsan Tutanağı Cerîdesi, I/3-4 (5. İn’ikad 15 Teşrînisâni 1333), Ankara 1992, s. 26 vd.

“Hukuk-ı Aile Kararnamesi”, Cerîde-i İlmiyye, IV/34, İstanbul 1336, s. 986-1021.

Fatma Aliye, “Kadın Nedir?”, YM, I/21 (1917), s. 415-417.

Takvîm-i Vekāyi’, s. 3046; İstanbul 14 Muharrem 1336.

Ceride-i Adliyye, XII/149, İstanbul 1934, s. 23.

Mehmet Ünal, “Medeni Kanunun Kabulünden Önce Türk Aile Hukuku Hakkında Yönetmelik ve özellikle 1917 tarihli Aile Hukuku Kararnamesi”, AÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, XXXIV/1-4, Ankara 1978, s. 195-231.

J. E. Tucker, “Revisiting Reform: Women and the Ottoman Law of Family Rights, 1917”, Arab Studies Journal, IV/2 (Washington 1996), s. 4-17.

Halil İnalcık, “Imtiyāzāt”, EI2 (İng.), III, 1187-1188.

Ayrıca bakınız: Sakinliği Seçenler için Para Kazandıracak 20 İş Önerisi | Paratic

.

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button