iş yapar

ŞEYHÜLİSLÂM – TDV İslâm Ansiklopedisi

Şeyh ve İslam kelimelerinden oluşan Şeyhülislam terimi, “yaşlı adam, şef, bilge” anlamına gelir. İslam dünyasının önde gelen isimlerinden biri. 10. yüzyılın ikinci yarısında ulema ve sufiler için bir onur ifadesi olarak ortaya çıktı ve daha sonra “en yaşlı alim, şef” anlamına gelen bir unvan olarak kullanıldı. XI. Yüzyılda Horasan’daki Şafiilerin başındaki alim Şeyhülislam olarak biliniyordu. Kelimenin kullanımı zamanla yayıldı, Memlûkler arasında fetvalarıyla ünlü fıkıh âlimlerinin övünç kaynağı haline geldi ve bir nevi dini lider olarak anlaşılmaya başlandı. 1300 civarında tanınmış müftüleri anlattı. Bu şekilde İslam dünyasında geniş yer bulmuş ve Evliya Çelebi, şehirleri tarif ederken fetva verme yetkisine sahip müftülere Şeyhülislam olarak atıfta bulunmuştur. Özellikle Orta Asya’da ve Çin’deki büyük kent merkezlerinde Şeyhülislam olarak anılan alimlerin fetvanın yanı sıra medreseleri denetlemek, okutulacak dersleri belirlemek, izin vermek ve kadılara yardım etmek gibi görevleri de olmuştur. İran’da Şeyhülislam’a Osmanlılardakine benzer resmi bir karakter verilmiş ve Safevîler döneminde bu ünvan, şer’î mahkeme başkanına verilmiş ve Sadrussudûr tarafından atanan bir makam olmuştur. Şeyhülislam’ın dini bir kurum haline gelmesi Osmanlı döneminde gerçekleşmiştir. Osmanlılar arasında Şeyhülislam’ın kuruluş tarihi ve bu makamın ilk atanması hakkında farklı görüşler dile getirilmiştir. Uzun yıllar Bursa’da kadılık yapan Molla Fenari’nin 828 (1425) yılında Bursa müftüsü olarak atanması, Osmanlılar arasında genel olarak Müftülüğün ve Şeyhülislamlığın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Ancak XVI.Yüzyılda. 19. yüzyılda tüm İlmiye teşkilatını temsil eden ve kontrol eden şeyhülislam kurumuyla özdeşleşmek yanlıştır. Aslında Şeyhülislam unvanı İstanbul Müftüsü ve XVI. kullanılan devletin. Yüzyılın başında geçirdiği siyasi ve bürokratik değişimin rolü ile önemi artmıştır. “Müftilenam” olarak da adlandırılan Şeyhülislam Makamı, Meşihat ve Meşîhat-ı İslamiyye olarak da bilinirdi. XVIII. 19. yüzyılda Şeyhülislam veya Meşihat siyasi nüfuzu artan bir kurum haline gelmiş, daha sonra istikrarlı bir şekilde gelişmiş, hizmetçi sayısı artmış ve XIX. 19. yüzyıldaki idari düzenlemeler sırasında Şeyhülislamlar kabine üyesi olmuştur.

Şeyhülislam’ın 1425’te mütevazı bir fetva otoritesi olarak ortaya çıktığı görüşü yaygın olarak kabul edilmektedir. Kazaskerei’nin nispeten erken bir tarihte kurulduğu ve bursa kadısının bulunduğu 1420’li yılların dini, siyasi ve ideolojik faktörlerinin müftünün bir dini-hukuk dairesi olarak ortaya çıkmasında etkili olduğu düşünülmektedir. Bir yandan fetret döneminden kurtulma girişimlerinin, diğer yandan bazı Rafidî hareketlerin ve diğer gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, siyasi ve idari otoritenin yanında dini itibara sahip bir ilmî rütbenin ortaya çıkması dikkat çekicidir. gözlemleniyorlardı. 836 (1433) II. Murad’ın huzuruna kabul edilen Bertrandon de la Broquiere’nin papalık makamında bulunan “büyük halife”den bahsetmesi, müftünün önemli bir makam haline geldiğini göstermektedir. XV. 19. yüzyılda Molla Fanari, Fahreddin-i Acemî, Molla Abdülkerim Efendi, Molla Hüsrev, Molla Gürani gibi alimler. Murad ve Fatih Sultan Mehmed devirlerinde müftülük yaptı. Ancak o döneme ait kroniklerde Şeyhülislam olarak geçmezler. Bu durum, ulema arasında fetva verme yetkisine sahip müftü şahsında güçlü bir unvan bulunduğunu göstermektedir. Ancak, Fatih Sultan Mehmed’in teşkilat tüzüğünde Şeyhülislam’ın ulemanın başı olarak kabul edildiği ifadesi, söz konusu cümle sonradan metne eklenmemişse, bu unvana resmi bir nitelik kazandırmış olmalıdır.

Okuma: şeyhülislam ne iş yapar

XVI. Yüzyılın başında Zenbilli II. Ali Efendi oldu.Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerindeki 23 yıllık dönem (1503-1526), ​​Şeyhülislam’ın yetki ve sorumlulukları açısından bir dönüm noktasıdır. Önemli açılımların yaşandığı bu dönemde Şeyhülislam bazı yeni görevler üstlenmiştir. Örneğin II. Bayezid’in İstanbul’da yaptırdığı medresede şeyhülislamların ders vermesi şart koşulmuş ve onlara Beyazıt Külliyesi’nin denetimi de verilmiştir. Zenbilli Ali Efendi, Şeyhülislamlık Makamının etkin bir konum kazanmasına ilişkin hikâyelerde öne çıkarılmıştır. Yavuz Sultan Selim’in bazı idari ve siyasi kararlarını onaylamadığı, bunların laik sayılacağı ve müftünün sadece dini konularda yardımcı olması gerektiği şeklindeki sözlerine karşı çıkarak sert tepki gösterdiği, bunun asli görevi olduğunu ifade ettiği bildirilmektedir. Şeyhülislam padişahların dinlerini ve dünyalarını gözetmek. Kaynaklarda bu olay Şeyhülislam ile ilgili yeni bir anlayışın ve değişimin habercisi olarak yorumlanmıştır (Mecdi, s. 284-286). Zenbilli Ali Efendi’den sonra şeyhülislam olan Kemalpaşazâde ve Sâdî Çelebi, dönemin yoğun olayları sırasında fetva ve önerileriyle yeni uzantılar sağlayarak şeyhülislamın prestijini artırmıştır.İlk şeyhülislam olan Civizade Muhyiddin Mehmed Efendi (ö. 954/1547), fikirleri, görüşleri ve hatta mizacıyla ilgili ciddi tartışmalara girmiştir. Konvansiyonel sisteme karşı verdiği fetvalar, görevden alınmasına yol açmış olmalı. Çivizade’nin Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rumi gibi mutasavvıflara yönelik eleştirileri, vakf-ı nükûd meselesine muhalefeti, gusül abdestinin silinmesine karşı sert muhalefeti tartışmalara yol açmış ve birçok alim, Ebussuûd Özellikle Efendi aynı fikirde değildi. O sırada Rumeli kadılığı yapan Ebussuûd Efendi, Şeyhülislâm Çivizâde’nin kendisinden önceki fakihlerin görüşlerine aykırı bulduğu bazı fetvaları Dîvân-ı Hümâyun’a getirmiş ve ilmi olarak reddetmiştir. Bu gelişmelerden sonra Kanuni Sultan Süleyman, vezirlere emirler vererek ulemayı bu meseleleri görüşmek üzere bir araya toplamalarını istemiş ve zamanın alimleri sonunda Çivizade’yi yanlış bulmuşlar ve böylece Çivizâde azledilen ilk şeyhülislam olmuştur. Ebussuud Efendi’nin Şeyhülislamlığı döneminde Meşihat müessesesinde bazı bürokratik gelişmeler olmuş ve yaklaşık otuz yıl süren Şeyhülislamı bu müessesede derin izler bırakmıştır. Zaman zaman devlet işlerinde şeriata aykırı olduğuna inandığı uygulamalara karşı çıksa da, “Hukuklu bir nesneye padişah emir veremez” diyerek, genel olarak devletin temel siyasi ilkelerini destekleyen bir partinin fetvaları dikkat çekiyor. Bu aynı zamanda kurum ve siyasi otorite arasındaki ilişkiler ağının türünü de belirler.

XVI. Yüzyıl ortalarında idari sorumlulukları artan Şeyhülislamlar, yüzyılın sonlarına doğru devletin siyasi kararlarında sadrazamlarla aynı rolü üstlenmişlerdir. XVIII. 19. yüzyılda devlet teşkilatında ve saltanatta meydana gelen değişim ve zaaflar, İlmiyelik mesleğini ve başta Şeyhülislâm’ı da etkilemiş, Şeyhülislâm Hocazâde Mehmed Efendi ulema hiyerarşisini yükseltmek ve muhafaza etmek için mücadele etmiştir. randevular. Bu yetki konusunda vezirlerle yaptığı görüşmeler yeni bir dönüşümün habercisi olacaktır. Bu durum zamanla vezir ile Şeyhülislam arasındaki güç çatışmasını körükleyecektir. Askeri grupların iktidarda olduğu ve padişahların yerleştiği bu dönemlerde şeyhülislamların durumu giderek değişmiştir. XVIII. Yüzyılın başındaki 1703 ve 1730 ayaklanmalarında Şeyhülislamın siyasete katılmasıyla kurum prestijini kaybetmiştir. XIX. Vak’a-i Hayriyye (1826) yüzyıldan sonra Şeyhülislam ve İlmiye’nin gücü azalmaya başlamış, Tanzimat dönemi ve II. Meşrutiyet sonrası bu durum daha da belirginleşmiştir.

Osmanlı tarihi boyunca Şeyhülislamlık makamına tayin meselesi, padişahı ve veziri doğrudan etkileyen bir özelliğe sahiptir. XVI 19. yüzyılda Şeyhülislam’ın atanması, belirli bir eğitim ve kariyere sahip âlimler arasından Sadrazamın teklifi ve Padişahın onayı ile gelmiştir. Bu zamana kadar Rumeli Kazasker’in Şeyhülislam’a geçişi bir alışkanlık haline gelmişti. Daha önceki dönemlerde tanınmış bir âlim kadılık, kadılık ve hatta müderrislikten müftülüğe kadar yükselmiştir. Nitekim Molla Fenari Bursa’da müderris ve kadı iken müftü olmuş, Fahreddin-i Acemî de müderrislikten Edirne’ye müftü olarak atanmıştır. Zenbilli Ali Efendi müderrislikten azledildiğinde, 1503 yılında yeni yapılan İstanbul Beyazıt Medresesi’ne müftü ve müderris olarak atanmış, daha önce kadılık yapan Kemalpaşazâde ise 1526’da müderrislikten müftülüğe terfi etmiştir. Ebüssuud Efendi, Rumeli-Kazasker tarafından doğrudan bu göreve atanan ilk alimdir. Böylece Rumeli Kazasker’inden Meşihat’a geçme uygulaması başladı.

Kurumun beş yüz yıllık tarihinde 131 müftü ve Şeyhülislamın hizmet verdiği düşünüldüğünde ortalama sürenin üç buçuk yıl olduğu görülmektedir. İçlerinden Ebussuûd ve Zenbilli Ali Efendi çok uzun süre görev yapmıştır. Onları, padişah ve sadrazamla uyum içinde olan Çatalcalı Ali, Yenişehirli Abdullah ve Halidefendizâde Cemaleddin Efendi takip etmektedir. Ancak XVII ve XVIII. Meşihat döneminin yüzyıllar boyunca uzaması, göreve atanmayı bekleyen ulema arasında huzursuzluğa neden oldu. Bu yüzyıllarda görev süresi, bazı istisnalar dışında, genellikle bir ila iki yıldır. Aynı dönemde görevde bir gün veya bir günden az kalanlar da vardır (Memekzâde Mustafa Efendi, 13 saat; Samânîzâde Ömer Hulusi Efendi, bir gün ikinci şeyhin makamında). XVI Yüzyılın sonundan itibaren bazı alimler ikinci, üçüncü ve dördüncü kez Şeyhülislam oldular. Bunun en tipik örneği, 1599-1608 yılları arasında bu görevi dört defa yapan Sün’ullah Efendi’dir. Dürrîzâde Mustafa Efendi, tecrübesi, kıdemi ve itibarından dolayı 1756-1774 yılları arasında üç defa Şeyhülislam olarak tayin edilmiştir. Şeyhülislam’ın XIX. 19. yüzyılda kabineye girdikten sonra sık sık yenilemeler ve iş değişiklikleri oldu.

Şeyhülislamın belirlenmesinde özellikle XVI.Yüzyılın sonundan itibaren ilmî ve hukukî tedbirlerin yanı sıra siyasî ve idarî ahenk arayışları da ön plana çıkmış, padişahlar ve sadrazamlar bu makama rahat çalışabilecek ve hareketlerine destek olabilecek kişileri atamayı tercih etmişlerdir. Daha önce ömür boyu tescil edilmiş iken, XVII. 19. yüzyıldan itibaren Şeyhülislam’ın sık sık değişmesi bu anlayışın bir sonucudur. Şeyhülislam’ın azli, isyana dolaylı olarak karışması ve taraf tutması, sadrazamla anlaşmazlık ve uyumsuzluk, diğer vezirlerin atanması ve görevden alınmasına müdahale, siyasi ihtilaf, ekonomik ve mali konularda muhalefet, yaşlılık gibi gerekçelere dayandırılmıştır. , görev ihmali. İlk 150 yıl boyunca 1424-1574 yılları arasında 15 Müftü ve Şeyhülislam, 1575-1730 yılları arasında kırk üç ve 1730-1880 yılları arasında elli sekiz Şeyhülislam hizmet vermiştir. Şeyhülislam’ın görevden alınmaları onlara bir çavuş gönderilerek iletildi; Ancak Paşmakçızâde Ali Efendi ve Dürrîzâde Mustafa Efendi örneklerinden de anlaşılacağı üzere padişahın gözdesi Şeyhülislamlar azledilirken çavuşun yerine reîsülküttab gönderilmiştir. İlmiye geleneğine ve hukukuna göre ulema için en ağır ceza, ihraç ve sürgündü. Osmanlı tarihinde istisnai olarak ulemanın bazı kritik durumlarda ölüm cezasına çarptırıldığı bilinmektedir. Ahizade Hüseyin, Hocazade Mesud ve Seyyid Feyzullah Efendi sâî bi’l-fesâd olmak, siyaset yapmak ve nüfuzunu kötüye kullanmaktan idama mahkûm edildiler.

Şeyhülislamlar devlet hiyerarşisinde en yüksek gelire sahip olanlar arasındaydı. XVI-XVII, editör Ömer Lütfi Barkan. 19. yüzyılın milli bütçeleri Kazaskların maaşlarını içermekle birlikte, Şeyhülislam’ın vergi ve ücretleri dahil edilmemiştir. XV-XVI. Daha sonraki yüzyıllarda, yüzyıllarda sadece bir veya iki kalemden oluşan gelirlerine yeni gelir kaynakları eklendi. İlk dönem maaşları hakkında fazla bir bilgi yok. Alaeddin Arabi Efendi (1495), yevmiyesi 100 akçe ile müftü oldu. Ebussuud Efendi’nin yevmiyesi 200 akçe iken, tefsirini Kanuni Sultan Süleyman’a arz edince bu miktar 600 akçeye çıkarılmıştır. XVI Yüzyılın sonundan itibaren maaşlarıyla birlikte arpa tahsisi yöntemine başlanmış ve ilk arpa Bostanzâde Mehmed Efendi’ye verilmiştir. İlgili fermanda Ebussuûd Efendi’nin günlük 550 akçe aldığı ve bankları olmadığı, ilk defa Bostanzâde’ye 50.000 akçe değerinde arpa verildiği bildirilmektedir (Hezârfen Hüseyin Efendi, s. 199-200). 1603 yılında Şeyhülislam olan Ebülmeyâmin Mustafa Efendi’ye Kalkandelen ve çevresinde arpa olarak 60.000 akçe tahsis edilmiş, 1013 (1604) yılında 600 akçe ile emekliye ayrılmıştır. Hizmet Ödeneklerinin birkaç mahallin toplam vergi gelirlerinden geldiği ve bu mahallerin gelire bağlı olarak sık sık değiştiği bilinmektedir. Aslında Paşmakçızâde Ali Efendi ve Ebusaidzâde Feyzullah Efendi’nin zengin kürsüleri vardı. XVII ve özellikle XVIII. Yüzyılda Şeyhülislamların maaşları ve hak sahipleri dışında çok farklı gelirleri vardı. Bunlar başlangıç ​​gelirleri, ayni yardımlar, attiyye ve hediyeler, bohça baha, bakıcıya müjde, randevu konsolidasyon ücretleri idi. Tanzimat döneminde diğer memurlar gibi onlara da belli bir maaş verilirdi. Kaçırma sırasında Şeyhülislam’a maaş veya lehtar şeklinde ödeme yapılmış, vefatından sonra bunun bir kısmı ailesine, kalanı ise hazineye devredilmiştir. Mezül Şeyhülislamlar, vilayetlere tahsis edilen bankalarına bizzat gidip, ulemadan naib olarak bir kimseyi göndermezler, bunlara Mevâlî Naibis denilirdi. Zaman zaman mazlum şeyhülislamların bizzat sıralarına gittiklerine dikkat edilmesi sorun yaratmıştır. Örneğin Şeyhülislam Hamidizade Mustafa Efendi, mazlum şeyhülislamları kürsüye oturttuğunda, âlimler arasında ciddi bir huzursuzluk baş göstermiş ve bu durum Hamidizade’nin görevden alınmasının sebeplerinden biri olmuştur.

Fatih Kānunnâme, Şeyhülislamın protokol ve hiyerarşideki üstün konumunu gösteren ilk resmi belgedir. Burada Şeyhülislamın ulemanın başı olduğu ve Sadrazamın törende Şeyhülislamı ve padişahın muavini önüne koyması gerektiği vurgulanır. XVI Lütfi Paşa’nın 19. yüzyıl eseri Âsafnâme’sinde, Sadrazamın, kanunen birbirini ziyaret etmesinin zorunlu olmadığı haller dışında, hem bayramlarda hem de hastayken Şeyhülislam’ı ziyaret ettiğini ve padişahın defterde duracağını belirtir. Şeyhülislamdan önce. Sadrazamların Şeyhülislamları ziyareti ilk olarak 1584 yılında Sadrazam Özdemiroğlu’nun Sultan Çivizade Mehmed Efendi’nin emriyle Osman Paşa’yı ziyaret etmesiyle başlamış, daha sonra âdet halini almıştır. Osmanlı bürokrasisinde çeşitli yüksek mevkilerde rütbe uygulamaları olmasına rağmen Sadrazamlık ve Şeyhülislamlık dışlanmıştır.Ancak Karaçelebizade Abdülaziz Efendi 1059 (1649) yılında Ravzatü’l-ebrâr adlı hikâyesini padişaha arz ederken Rumeli Kazaskeri iken, Nakibüleşraf olan Fethullah Efendi, Şeyhül- Babasından sonra İslam. Padişahın hocası Şeyhülislam tayin edilseydi, “camiu’r-riyâsetayn” unvanını alırdı. Hoca Sadeddin, Seyyid Feyzullah ve Hasan Fehmi Efendi bu unvanla anılmıştır. Bey ünvanı ise paşanın torunlarına verildi. Örneğin İvazpaşazâde İbrâhim, Ârif Hikmet, Ahmed Muhtar, Pirîzâde Mehmed Sahib Molla ve Dürrîzâde Abdullah unvanlarını aldı. Padişahlar ise Şeyhülislamlara hitaben “Dâîmiz Efendi” tabirini kullanmışlardır. Şeyhülislamlar zaman içerisinde devlet ileri gelenlerinin katıldığı büyük törenlerde yer almış ve giderek genişleyen törenlerin vazgeçilmez unsuru olmuştur.

Fatih Sultan Mehmed’in kanunnamesinde, padişahın hocası Şeyhülislam ile Kazasker’in el kitabı aynı olup, “a” ile başlayan uzun kalıplaşmış bir cümle olarak verilir. lemü’l-ulemâi’l-mütebahhirîn…” (Kānûnnâme-i Âl-i Osman, s. 22). Bu durum Şeyhülislamlık makamının henüz tam olarak teşkilatlanmadığı ve resmileştirilmediği izlenimini vermektedir. Şeyhülislamlar fetvalarında “el-fakîr Ahmed” şeklinde çok basit ve kısa imzalar kullanmışlardır. Hamîdîzâde Mustafa Efendi, belgelerde “ed-dâî Mustafa Hamîdîzâde ufiye anhümâ” ibaresine yer verirken, bir fetvada “ketebehû al-fakīr Mustafa ufiye anh” şeklinde yazılmıştır. Fetvalar fetvahanede genellikle fetva mütevellileri ve mübeyyizler tarafından yazılırken, Şeyhülislam cevap kısmını yazıp özel olarak imzayı bizzat kendisi imzalamıştır.1736’da Dürrî Mehmed Efendi’nin felç geçirip imzalamakta güçlük çektiği bir dönemde I. Mahmud fetva istemiştir. , hastalığı bitene kadar ispat vb. belgeye mühür koymasına izin verdi. İmza yerine mühür kullanan başka Şeyhülislamlar da var.

Şeyhülislamlar özellikle ulema için başlarını beyaz geleneksel sarıkla süslerdi; Seyyidlerin sarıkları yeşil tülbentlere sarılırdı. Tören kıyafeti olarak arkalarında “ferve-i beyzâ” (samur kürklü beyaz kanepe) denilen bir cübbe giyerlerdi. Yeni atanan şeyhülislamlar saraya çağrılır, tayin bildirilir, Ferve-i Beyzâ kılığına girerler ve kendi köşklerinde tebrikleri kabul ederlerdi. Selanik, Bayramzâde Zekeriyya Efendi’nin şeyhülislam olarak atanması için yapılan töreni anlatarak, “Kaide-i Devlet” gibi tören kıyafetleri giymiş on beş çavuşun şeyhülislamı evinden alıp Divan-ı Divan’a getirdiğini anlatır. ı Hümâyun (Târih, I, 322-323). Dürrîzâde Mehmed Ataullah Efendi, 1783 yılında saraya davet edilerek Sadrazam Halil Hamîd Paşa’nın katıldığı bir törenle Şeyhülislam olmuştur. Şeyhülislam’ın vefatında özel bir tören düzenlendi ve cenaze namazı genellikle Fatih Camii’nde kılındı.

Görev ve Yetkileri. Şeyhülislamın en temel görevi, kendisine sorulan dini, siyasi ve idari konularda fıkıh ve özellikle Hanefi fıkhına uygun fetvalar vermekti. onlar tarafından. Fetvaların giriş kısmında “Bu açıklamada eimme-i Hanafiyye’nin cevabı nedir” cümlesi bir formül şeklinde eklenmiştir. Taraflarca verilen Şeyhülislam fetvaları, olağan mahkemelerde veya Meşhed’de görülen bir davada çok etkiliydi. Şeyhülislam’ın şahsi hayat ve günlük hayatın akışına dair verdiği fetvaların binlerce örneği, kendi zamanlarında veya daha sonra hazırlanan fetva mecmualarında toplanmıştır. Bu mecmuaların “kitâbü’s-siyer”lerinde önemli idarî ve siyasî fetvalar yer almakla birlikte, daha çok fetvahâne veya resmî belgelerde yer almaktadır. Fetva mecmuası (derlenmiş standart fetva kitabı) olan Şeyhülislamların sayısı azdır. Bu derleme XVI. yüzyılın başından itibaren artmıştır. Hal’ fetvaları bunların arasında özel bir yere sahiptir. Ordunun ve ulemanın katılımıyla verilen bu fetvaların şer’î ve hukukî yönleri, siyasi mülahazalara ve takımyıldızlara göre ihtilaflıdır. Sultan İbrahim örneğinde, Şeyhülislam Hoca Abdürrahim Efendi, sürü reislerinin ve ulemanın desteğiyle, önce katilin statüsünü, ardından fetvasını vermiş ve hatta celladın infazına bizzat katılmıştır. Şeyhülislâm Hayrullah Efendi’nin Abdülaziz ve V. Murad’ın son dönemdeki durumuna ilişkin iki fetvası Şeyhülislâm Ziyâeddin Efendi II. Abdülhamid hakkındaki fetvaları, iktidarı ele geçiren grubun hukuku kendi siyasi amaçları için nasıl kullandığının tipik örnekleridir. Birinci Dünya Savaşı için verilen beş fetva, Vahdeddin’in fetvası ve Dürrîzâde Abdullah Bey’in milli mücadeleye karşı verdiği fetva bu alandaki en yeni örneklerdir.

İlk zamanlarda Kemalpaşazâde ve Ebussuûd Efendi, umumi fetvaların verilmesi ve bunların şer’-i şerîf ve kānûn-ı munîf’e uygunluğu konusunda önemli hizmetler vermişlerdir.Bu tür fetvalarda Ebussuûd Efendi’nin cevaplarını gerekçe ve açıklamalarla hazırlaması dikkat çekicidir. Aslında bu uygulamanın, Şeyhülislam’ın fetvalarını oluşturmadan ilçe ve şehir müftülerine (sınır müftülerine) mahsus olduğu söylenmektedir (Hezarfen Hüseyin Efendi, s. 200). Ebussuud’un Kıbrıs’ın Venedik’ten alınmasına ilişkin fetvası, İslam’ın ve devletin çıkarlarını korumanın ilginç bir örneğidir (Peçuylu İbrahim, II, 486-487); Hükümet politikası ve şeriat hukuku bu şekilde uzlaştırılır. Ebüssuud Efendi fetvaları, Osmanlı gibi yeni fetihler yapan veya toprak kaybeden, dış dünya ile sürekli irtibat halinde olan çok dinli ve çok kültürlü bir devlet için olmazsa olmaz girişimlerdi. Akabinde pek çok Şeyhülislam bekledikleri genişlemeyi gerçekleştirememiş, bu da kanunun engellenmesine yol açmıştır.

Şeyhülislam’ın dini-hukuk alanındaki konumu her zaman önemli olmasına rağmen, başlangıçta idari görevleri küçüktü ve ifta teşkilatının başına müftüleri atamakla sınırlıydı. Ama XVI. Yüzyılın ortalarında, kadı ve müderrislerin Mevleviye düzeyindeki atama, terfi ve diğer işlemleri Kazaskern’den Şeyhülislamlara devredilince, idari görevleri de artmaya başladı. XVIII. 19. yüzyıldan itibaren, manastırlara başhekim, müneccimbaşılar ve şeyhlerin atanması dahil tüm ilmî nakiller şeyhülislamın önerisi ve inhası üzerine “isâret-i aliyye” adlı sadrazama yapılmıştır. XVIII Osmanlı bürokrasisi iyi gelişmişti. 19. yüzyılda bu atamalar üçlü, dörtlü ve hatta beşli şekillerde yapılıyordu. Örneğin, Müsteşar Başhekimine atanırken, aday atama başvurusunu bir dilekçe ile Başhekim’e, Başhekim görüşünü Şeyhülislam’a, Şeyhülislam ise başvurusunu Sadrazam’a iletmiştir. Sadrazam onun işaretini padişaha sundu ve müneccimbaşı padişahın hat sanatından sorumlu oldu. Tüm bu muameleler adayın dilekçesine farklı karakter ve ibareler kullanılarak yazılmış ve hepsi tek bir sayfada gösterilmiştir (bkz. İŞÂRET-i ALEYYE). Şeyhülislamlara özellikle kabine üyesi oldukları son zamanlarda bazı ek görevler verilmiştir. Ahmed Kemal Paşa 1871’de Maarif Nezareti’ne tayin edildiğinde, Ahmed Muhtar Bey’e ikinci bir iş olarak Nafiye Nezareti verildi. Dürrîzâde Abdullah Bey, Sadrazam Damad Ferid Paşa’nın antlaşma şartlarını görüşmek üzere ikinci kez Paris’e gittiğinde, sadrazam vekilliği, Mustafa Sabri Efendi bir süre sadrazam vekilliği yaptı.

XVI. Padişahlar ve sadrazamlar Dîvân-ı Hümâyun mensubu olmasalar da giderek Şeyhülislamın görüşüne dönmüşlerdir. 19. yüzyıldan itibaren Şeyhülislamlar fiilen yönetimdeydiler. I. Ahmed’in vefatından sonra ehlü’l-hal’ve’l-akd olarak, sadrazamın valisi Sofu Mehmed Paşa, Şeyhülislâm Hocazade Esad Efendi ve diğer devlet görevlileri, Hz. sabah namazı ve Şehzade Mustafa’nın idamına karar verildi ve sadakat sağlandı. Yine Sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi, ulema ve devlet adamları Sultan Mustafa ve IV. Murad’ı öldürmeye karar vermişlerdi. Daha sonraki dönemlerde Şeyhülislam, büyük ölçüde ulemanın sözcüsü olarak işlev görmeye başladı. Özellikle askeri ayaklanmalar sırasında Şeyhülislamların daha çok kendi istekleri dışında siyasi olayların içine çekildikleri görülmektedir. Beylerbeyi Vakası (1589), II.Örnek olarak Osmanlı Vakası (1622), Patrona İsyanı (1730) ve Kabakçı İsyanı (1807) verilebilir. Buradaki ortak strateji, dini ve hukuku temsil eden Şeyhülislam’ın desteğini ve dolayısıyla bir şer’i hukuk metni olan fetvasını askeri ayaklanmayı meşrulaştırmaktı.

Şeyhülislamlar istişare meclislerinde etkili bir iş çıkardılar. XVIII ve XIX. Dîvân-ı Hümâyun anlamını yitirmiştir. Yüzyıllar boyunca, savaş ilanı, barış antlaşması, Saltanat, İstanbul ve taşradaki isyanlar gibi konularda daha sık bir araya gelen Danışma Şuraları, daha geniş katılımlı daha yetkili bir yapıya kavuşmuş ve Şeyhülislamlar buraya en güçlü üyeler olarak öncülük etti. Zaman zaman bu toplantılar Şeyhülislam’ın konağında toplanırdı. Şeyhülislam Dürrîzâde Mehmed Ataullah Efendi zamanında Şeyhülislam, Şeyhülislam konağındaki Danışma Meclisi’nde devleti işgal eden Osmanlı-Rus harbi hakkında sert konuşmalar yapmıştır. Yetkililere Rusya ile olan savaşı anlattı: “Moskova’nın Kırım’ını açıkça ele geçirdi, susalım mı?” Savaşın açılmasını teşvik etti. İstişare meclislerinde görüşülen siyasi, askeri ve idari konuların dini ve hukuki meşruiyetini güçlendirmek için Şeyhülislam’dan ayrı bir fetva alındı. Nitekim şurada Şeyhülislâm Mekkîzâde Mustafa Asım Efendi’den karantina talebine ilişkin fetva alınmıştır (BA, Cevdet-Sıhhiye, nr. 347). 1830’da toplanan Yunan Bağımsızlığı Danışma Konseyi’nde bağımsızlık kararı Şeyhülislam’ın fetvasına dayanıyordu.1826 yılında kurulacak yeni askeri teşkilat için ulema, Şeyhülislâm Kadızâde Mehmed Tahir Efendi’nin köşkünde üçer gün arayla düzenlenen iki istişare meclisinde konuyu fıkhî açıdan değerlendirdi. , 148-150; Yakut, s. 156-157).

Ayrıca bakınız: İnsan Kaynakları Yönetimi Bölümü İş Olanakları ve Maaşları

Şeyhülislam’ın bir diğer önemli görevi de ruhların imtihanıdır. XVIII ve özellikle XIX. Yüzyıllar boyunca Şeyhülislamları en çok yoran sorulardan biri olan bu sınavlar, çok uzun aralıklarla yapılması hizmet bekleyen ulema arasında büyük bir eziyete yol açmış ve dolayısıyla birçok usulsüzlükle karşı karşıya kalmıştır. Normalde yedi yılda bir yapılan imtihanların mağduru olduğunu iddia edenler, Şeyhülislam ve Kazaskerleri eleştirerek adaleti aramak için birçok farklı yola başvurdu. Bunun dışında Şeyhülislamların belli başlı vakıflara nezaret ettikleri, sulh derslerinde sulh müderrislerini seçtikleri ve sulh meclisine başkanlık ettikleri bilinmektedir. Ayrıca özellikle XVII. 16. yüzyıldan itibaren culus’tan sonra kılıç alayına katılarak törenle padişaha kılıç kuşandılar. Başlangıcından itibaren Şeyhülislam, iftayı düzenlemekten sorumluydu ve tüm il, sancak ve ilçe müftülerinin atamaları, nakilleri, görevden almaları ve diğer işleri ile görevlendirildi. Osmanlı’dan ayrılarak bağımsızlığını kazanan Balkanlar’daki müftü ve din görevlilerinin her türlü şahsi işlemleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki Müslümanların koruyucusu olması nedeniyle Şeyhülislam tarafından yürütülüyordu. Yunanistan ve Bulgaristan’da 1913’ten sonra müftülerin mansurları İstanbul’da Şeyhülislam tarafından verilmiştir.

Ulemanın, Osmanlı teşkilatında en başından beri kurucu, uygulayıcı ve reformcu olarak önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Şeyhülislamlar ulemanın başı sıfatıyla bu konuda ön saflarda yer almışlardır. Şeyhülislam adayı ararken, XVII. 19. yüzyıldan itibaren değişime ve yeniliğe ne ölçüde yardımcı olacağı, hatta yol açacağı düşünülmüştür. Bu hassasiyet XVIII ve XIX yüzyıllara odaklanmıştır. yüzyıllarda arttı. Dürrîzâde Mehmed Ârif Efendi, yeniliğe verdiği destekten dolayı, III. Selim’in takdirini kazanmıştı. Dürrîzâde Abdullah Efendi, yeniçeri ocağının kaldırılması sırasında hazırlanan vekâletnamenin kıdemli ulemalarından biri olarak imzalamıştır. Mahmud tarafından takdir edilmiştir. Şeyhülislâm Meşrepzâde Mehmed Ârif Efendi, Tanzimat reformlarını onaylayabilecek açık görüşlü bir âlimdir. Kadılık ve naiblik mesleğinde bir süredir gözlemlenen rahatsızlıkları gidermek için yeni düzenlemeler yaparak Muallimhâne-i Nüvvâb adında bir hukuk mektebinin açılmasını sağladı.

Şeyhülislamlık Dairesi. İslam dünyasında geleneği devam ettiren Osmanlılarda, yetkililer evlerinin selamlık bölümünü makam dairesi olarak kullanırlardı. Evleri uygun olmayanlar ise büyük bir köşk veya villaya taşındı. XVII ve XVIII. Yüzyıllara kadar Şeyhülislam’ın maiyeti ve Meşihat’ın makamı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. İlk dönemlerde Şeyhülislamın fetva ileri gelenleri, çuhadar, telhisçi, kâtipler, müsevvid, mübeyyiz, mukabeleci, seldar ve müvezzi gibi yardımcıları vardı. Bunlar arasında önemli bir yer tutan seçkin fetva, derin fıkıh bilgisine sahip ve şer’î konularda bilgili âlimler arasından seçilmiştir. Fetva makamının Ebussuûd Efendi tarafından oluşturulduğu bilinmektedir. Özellikle XVI. Yüzyıldan sonra Şeyhülislamlar kaynak bulma ve fetvaları hazırlama işini mütevellilere bırakmışlardır. Fetva vakıfları olarak görev yapan Şeyhülislamlar daha sonra düzenli fetva dergileri çıkarmışlardır (örneğin Çatalcalı Ali Efendi, Yenişehirli Abdullah Efendi, Menteşzâde Abdürrahim Efendi ve Meşrepzâde Mehmed Arif Efendi). 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte Meşihat’ın görevi Kazasker ve İstanbul Kadı dahil tüm dini kurumlarla birlikte Ağakapısı’na taşınmış ve Bâb-ı Meşîhat adını almıştır. Bu daire ve bürolarda toplam 150 memur bulunmaktaydı (bkz. BÂB-ı MEŞİHAT). Şeyhülislamlar sosyal statülerine göre İstanbul’un surlarla çevrili kentinde Ulema mahallesi olarak bilinen Fatih, Süleymaniye ve Beyazıt üçgeninde veya çevresinde yaşıyorlardı. Ayrıca XVIII ve XIX. Bazıları yüzyıllar boyunca Boğaziçi’nde bir yalıya sahip olmuşlardır. Bu fırsatın elde edilmesinde mensubu oldukları İlmiye ailesi önemli rol oynamıştır. Şeyhülislam’ın biyografilerinde öncelikle zulümden sonra yaşadıkları köşk ve köşklerden bahseder. Bu konaklar ve konaklar bulundukları bölgeye prestij getirecekti. Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin Zeyrek semtindeki konağı bu bölgenin en ünlü eviydi.

İlim hayatı, geleneğin bir sonucu olarak birçok ulema ailesinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu durumun Osmanlı döneminde daha güçlü bir şekilde kendini gösterdiği bilinmektedir.Köklü ailelere mensup Şeyhülislamların sayısı fazladır ve çok sayıda Şeyhülislam çıkaran ailelerin başında Dürrîzâdes, Hocasâdeddinzâdes ve Mirzazades gelmektedir. Şeyhülislamların başta fıkıh olmak üzere dini ilimlerin çeşitli dallarında eserler kaleme almalarının yanında, şair, tarihçi, sanatçı ve kütüphane sahibi, bilim ve sanat hamisi olarak Osmanlı kültür ve sanatına katkıları son derece önemlidir. önemli. Kemalpaşazâde, Hoca Sâdeddin, Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi, Arif Hikmet Bey gibi tanınmış şairler, tarihçiler, hattatlar ve kültür şahsiyetleri dışında biyografi ve diğer biyografik eserlerde adları ve eserleri geçen pek çok şeyhülislam vardır. Şeyhülislamların etki ve çevreleriyle ilim ve sanatı destekleyen çeşitli örnekleri vardır. Osmanlı tarihinde Şeyhülislam listelerinin yapıldığı bilinmektedir. Bunlar, Kâtib Çelebi’nin Takvîmü’t-tevârîh’inde (İstanbul 1146) ve Mehmed Şem’î’nin Esmârü’t-tevârîh’inde (İstanbul 1311) bulunur. Listelere bu eserlere eklerde devam edilmiştir. Toplu biyografileri Devhatü’l-meşâyih ve İlmiyye Salnâmesi’nde (İstanbul, ts.) yer almaktadır. Ayrıca el-Şeḳāʾiḳu’n-nuʿmâniyye ve zeyillerde geniş bilgi bulunabilir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Şeyhülislam, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilk olarak Şeriat ve Evkaf Bakanlığına dönüştürülmüş ve 1924 yılında Halifeliğin kaldırılmasıyla bu vekâlet kaldırılmış ve Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. .

KAYNAKÇA

Fatih Sultan Mehmed, Kānûnnâme-i Âl-i Osman (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 2003, s. 5, 22.

Lütfi Paşa, Âsafname (nşr. Mübahat S. Kütükoğlu), İstanbul 1991, s. 17.

Macdî, Şekāik çevirisi, s. 284-286.

Selanik, Târih(İpşirli), I, 322-323.

Peçuylu İbrahim, Tarih, II, 486-487.

Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osman (Haz. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 197-201.

Teşrîfât-ı Kadîme, Tip.Konum.

Devhatü’l-meşâyih, Tür.Konum .

Cevdet, Tarih, XII, 148-150.

İlmiyye Salnamesi.

Uzunçarşılı , Bilimsel Organizasyon, s. 173-214.

Danimarkalı, Kronoloji2, V, 109-168.

Zahit Aksu, Le Šayḫ al-Islam Abū’s-Suʿūd et ses fetvaları en droit pénale (Doktora tezi, 1971), Faculté des Lettres et des Sciences de Paris.

Ayrıca bakınız: C Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı Nedir? Ne İş Yapar? | IIENSTITU

Abdülkadir Altunsu, Ottoman Şeyhülislâmları, Ankara 1972.

İhsan Süreyya Sırma, L’Institution et les Biographies des Šayḫ al-Islam sous le règne du Sultan Abdulhamid II: 1876-1909 (Doktora tezi, 1973), Université des Sciences Humaines de Strasbourg.

R. C. Repp, İstanbul Müftüsü: Osmanlı Öğrenilmiş Hiyerarşisinin Gelişiminde Bir Araştırma, Londra 1986.

a.mlf., “S̲h̲ayk̲h̲ al-Islām”, EI2 (İng.), IX, 400-402.

Murat Akgündüz, XIX. Yüzyılın Başına Kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda Şeyhülislamcılık, İstanbul 2002.

a.mlf., “Klasik Dönem Osmanlı Devlet Teşkilatında Şeyhülislamcılık”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel ve diğerleri), Ankara 2002, IX, 847 -854.

Ahmet Cihan, Tanzimat Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, İstanbul 2004.

Esra Yakut, Şeyhülislam: Devlet and Religion in the Age of Innovation, İstanbul 2005.

Osman Özkul, Ottoman Scholars Between Tradition and Modernity, İstanbul 2005, Türkiye.

Bilgin Aydın et al., Şeyhülislâmlık (Bâb- ı Meşihat) Arşiv Defter Kataloğu, İstanbul 2006.

p>İlhami Yurdakul, Osmanlı İlmiye Merkez Teşkilatında İnkılap (1826-1876), İstanbul 2008, ma.v.

M . C. Zilfi, Dindarlığın Siyaseti, Osmanlı Uleması, Klasik Sonrası Dönem (çev. Mehmet Faruk Özçınar), İstanbul 2008.

R. W. Bulliet, “Şeyhülislam ve İslam Toplumunun Evrimi”, St.I, XXXV (1972), s. 53-68.

Ekrem Kaydu, “Osman Devletinde Şeyhülislam Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, İİFD, s. 2 (1977), s. 201-209.

a.mlf., “Şeyhülislam Makamı”, EAÜİFD, s. 5 (1982), s. 197-218.

M. M. Pixley, “İlk Osmanlı Tarihinde Şeyhülislamın Gelişimi ve Rolü” (Ür. Nuri Çevikel), Diary Türkiye, s. 60, Ankara 2000, s. 99-106.

J. H. Kramers, “Sheikh-ul-Islam”, IA, XI, 485-489.

Ayrıca bakınız: Gemi Elektrik Zabiti Nasıl Olunur? Maaşları Ne Kadar?

.

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button